27 Aralık 2018 Perşembe

Türk Mitolojisinde Alkarısı Figürünün Bilimsel Karşılığı




(190 Tıbbiyeli dergisi Mart 2018 tarihli 5. sayısında yayınlanmıştır)

Anadolu’da Alkarısı veya Alanası, Alkızı, Albasması, Altaylar'a gittiğimizde Albız… Lohusaların ciğerini söküp, kanını içtiğine inanılan bir tür mitolojik varlıktır. Tasviri ve kılığı yöreden yöreye değişir. Kiminde güzel bir kadın olarak anlatılır, kiminde peri kızları gibi saçları uzun ancak gözleri ürkütücü. Tasvir değişse de musibeti aynıdır. Albasmasının bir iki gün süren belirtileri vardır. Bu sürede eğer hastalık anlaşılmazsa Alkarısı annenin ve bebeğin ölümüne neden olabilir. Alkarısından korunmak için doğum yapan kadın kırk gün kırk gece dışarı çıkmaz ve asla yalnız bırakılmaz. Baş ucuna Kur'an asılır. Yastığının altına bıçak, makas, iğne, çuvaldız gibi metal eşyalar yahut çörek otu, soğan, sarımsak kabuğu konulur. Lohusa erkek elbiseleri giyer, Alkarısını kandırmak için erkek taklidi yapar bir nevi. Alkarısı kırmızı renkten çekinir diye lohusaya al tülbent, kurdela takılır. Lohusayı ziyarete gelenlere kırmızı renkli nöbet şekeri verilir. Alkarısı iğne veya çuvaldız batırılarak yakalanabilir. Alkarısını yakalayan hanenin adı Albasması ocağı olur. Doğum yapan kadınlar bu evi ziyaret eder. Bu evden kül alırlar.
Alkarısı figürü bugün hala Anadolu’da yaygın bir inanç. Hortlak, cadı benzeri inançlardan da ön planda. Bunun temelde iki nedeni var: birincisi maternal mortalite -ki her kadının başına gelmesi ihtimal dahilinde- ikincisi ise doğum sonrası depresyon.

 Maternal Mortalite
Maternal mortalite, Sağlık Bakanlığı tarafından gebelik süresince veya doğum sonrası 42 gün içerisinde gebeliğin süresi ve lokalizasyonuna bağlı olmaksızın gebeliğe bağlı veya gebeliğin ağırlaştırdığı bir hastalık nedeniyle veya onun tedavisi esnasında meydana gelen ölümler olarak tanımlanmakta. Türkiye’de bu oran bin canlı doğumda on dörttür.
Anne ölümleri doğrudan ve dolaylı olarak ikiye ayrılmaktadır. Doğrudan anne ölümleri arasında %25 ile ilk sırayı kanama, %15 ile ikinci sırayı enfeksiyon almaktadır. Bu doğrultuda baktığımızda 2014 yılı itibari ile maternal mortalitelerin %41’inin uygun hastane koşulları ve tedavi ile önlenebileceği Sağlık Bakanlığı tarafından öngörülmektedir. Dolaylı anne ölümleri ise genellikle kardiyovasküler ve serebrovasküler hastalıklara bağlı olarak meydana gelmektedir.
Türkiye’de anne ölüm oranı 1990 yılı itibari ile yüz binde 68 iken, 2008 yılında bu oran yüz binde 23’e gerileyerek anne ölüm oranını en çok düşürebilen ilk 10 ülke arasında girmiştir.



Postpartum Depresyon
Postpartum depresyon, doğumdan sonra bir kadında gerçekleşen fiziksel, duygusal ve davranışsal değişimlerin karmaşık bir karışımıdır. Başlangıcı doğumdan sonraki dört hafta içinde gerçekleşir. Her on yeni anneden birinde görülmektedir.
Tahmin edilen majör nedeni doğum sonrası östrojen ve progesteron hormonlarındaki ani düşüştür. Bu durum annede bazı kimyasal değişikliklere neden olur. Doğumdan sonraki üç gün içinde bu hormonların seviyeleri hamilelik öncesi hale gelir. Diğer nedenleri arasında da doğum eyleminin anne için travmatik oluşu; aileye yeni, küçük, savunmasız ve tam anlamı ile anneye bağımlı bir canlının katılması ve kadının tüm bu gelişmeler sonucunda aile içinde yeni bir rol üstlenmesi sayılabilir. Kadında tüm bu gelişmeler neticesinde uykusuzluk, panik, bebeği hakkında gereksiz endişe, huzursuzluk gibi ruh dünyasındaki bozulmalar meydana gelebilir. Kadınların bir bölümünde ise bu bozulmalar işe yaramama, değersizlik ve suçlama gibi duygulara evrilebilir. Anne bununla birlikte bebeğine yabancılaşma, bakım vermeme hislerine de kapılabilir; bu durum suçlanma duygusunu daha da artırarak kadının intiharına kadar gidebilen bir paradoksa dönüşür.
Neticede, Türklerde Alkarısı inancının oluşması ve mitolojide kendine yer bulma aşamasında nelerin yaşandığını tahmin etmek çok zor değil. Enfeksiyon riskinin günümüzden kat be kat fazla olduğu, kan transfüzyonunun yapılamadığı, depresyona ve psikoza yönelik tanı ve tedavinin olmadığı çağlarda -bilimin henüz yeterli olgunlukta olmadığı dönemlerde- annedeki tüm bu gelişmelere bir açıklama getirmek amacıyla oluşan bu figür; bugün Türkistan’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada izlerini sürdürüyor.
Kaynakça:
2. Millî Folklor, 2005, Yıl 17, Sayı 65, s67-72
3. M. Şenses ve İ. Yıldızoğlu 2002 “Sekiz Ayrı İldeki Kaynana ve Gelinlerin Loğusalık Ve Çocuk Bakımında Geleneksel Uygulamaları”, Çocuk Forumu, 44-48.
4. https://www.e-psikiyatri.com/dogum-sonrasi-depresyonu-26055

Benim Adım Mustafa!

(190 Tıbbiyeli dergisi Ocak 2018 tarihli 4. sayısında yayınlanmıştır)

1944’de Henüz 6 aylıkken tanıştım trenle. Atayurdum, anayurdum Kırım’dan bilinmeze giden o trenlerin içinde ben de vardım. Kadınlar, kundaktaki bebekler, hastalar…  423.000 Kırım Türk’ü 17 Mayıs gecesi hayvan vagonlarına istif edilerek yola çıkarılmış. Babamın da arasında olduğu erkekler ise olurda direnirlerse diye önceden tutuklanmış. Bu çileli yolculuğumuzda 195.000 Kırım Türk’ü vefat etmiş. Sayılarla konuşmak ne kadar kolay değil mi? 195.000 anne, baba, bebek, çocuk…  İnsanlar bir trenin nasıl kitle imha silahı olarak kullanıldığını bilmiyorlar. Ben biliyorum.

Annem ve kardeşlerimle birlikte Özbekistan’ın Andican bölgesine yerleştirildim. Çocukluğum burada geçti. Sonrasında Taşkent Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyat’ı bölümüne başvurdum. Kırım Tatarlarını, yani Sovyetlere sadık olmayan bir milletin mensuplarını bu fakülteye almıyoruz diyerek reddettiler. Bir fabrikada işçilik yapmaya başladım.  1961’de arkadaşlarımla birlikte Kırım Tatar Milli Gençlik Teşkilatı’nı kurduk. Birkaç hafta sonra pek çok arkadaşım tutuklandı. Ben işten çıkarıldım. İnsanlar Türkler’in teşkilatlanmasının önemini bilmiyorlar, ben biliyorum.

1962’de Taşkent Ziraat Fakültesi’ne kaydoldum. Burada kendi yazdığım “Kırım’da 13-17.yüzyıllarda Türk Medeniyeti” makalesini dağıttığım için okuldan atıldım. Okuldan atılınca askere çağırdılar, “Benim milletimi yok sayan, tanımayan bir devlete askerlik yapmam” dedim.  Tutuklandım, 1.5 yıl hapis cezası verdiler. İnsanlar tarihlerini bilmiyorlar, ben biliyorum.

Sonra bir kez daha tutuklandım. Suçum Kırım Tatarları’nın vaziyeti, onların hakları konusunda mektuplar ve makaleler yazarken Sovyetler’in milli siyasetlerini lekelemekmiş. Benimle birlikte Yahudi şair İlya Gabay ve Ukraynalı General Petro Grigorenko’yu da tutukladılar. Grigorenko 5 yıl delihanede kaldı. Gabay ile ben 3 yıl çalışma kamplarında çalıştıktan sonra serbest kaldık. Gabay birkaç ay sonra intihar etti.
1974’de bir kez daha tutuklandım…  Bir yıllığına Sibirya’ya çalışma kamplarına gönderdiler. Özgürlüğüme kavuşmama 3 gün kala yeniden dava açtılar. Suçum kamptakilere Sovyetlere karşı propaganda yapmak ve yazdığım mektuplarla Sovyet siyasetinini kirletmekmiş. Açlık grevine başladım. 303 gün sürdü. Miletim ve vatanım için aç geçen 303 gün… İnsanlar haklarının peşinden koşmaları gerektiğini bilmiyorlar. Ben biliyorum.

Yıllar geçtikten sonra öğrendim. Meğer beni kurtarmak için Türkiye’de ve dünyada yürüyüşler ve “Free Cemil” kampanyaları yapılmış. Ama açlık grevine ve dünya genelinden protestolar yağmasına aldırmadılar ve 2.5 yıl daha çalışma kampına gönderilme cezası aldım. Mahkeme kapalı geçti. Ne ailemi görebildim ne arkadaşlarımı. Müddetim bittikten sonra yeniden Taşkent’e getirdiler. Taşkent’ten ayrılmam yasak, saat 20.00’den sonra dışarı çıkmam, kahvehaneye, pazara gitmem yasaktı.
Sonra bir kez daha tutuklandım. Beni 4 yıllığına Yakutistan’a gönderdiler. Sürgünlüğüm bittikten sonra ailemle Kırım’a geldim. Ama 3 gün sonra bizleri yeniden Özbekistan’a sürdüler.
Bu sırada Kırım Tatarlarının Ebedi Meşalesi, Musa Mahmut ve ailesi vatanına dönüp yerleşmek istediğinde bizim gibi Sovyet yönetimi onları da Kırım’dan çıkarmak istedi. Musa Mahmut kendisini yakarak hayatını kaybetti. Ruhu şad olsun.
Sonra bir kez daha tutuklandım. 3 yıllığına Magadan şehrine 45 kilometre uzaklıkta bir çalışma kampına gönderdiler. Suçlamalar her zamanki gelenekesel suçlamalardı. Bir de ek olarak Sovyetlerin Afganistan’ı işgaline karşı birkaç arkadaşımla birlikte protesto imzalamakmış.
1989’da gizlice Kırım’a döndüm. 1991’de SSCB’nin Kırım Tatarları’nının yaşadığı bölgelerinde yapılan seçimler sonucunda 2. Kırım Tatar Milli Kurultayı 26 Haziran 1991’de Akmescit’te toplandı. 74 yıl sonra ilk milli kurultayımız oldu. Beni Kırım Tatar Milli Meclisi başkanlığına seçtiler.

Toplam olarak hapishanelerde, kamplarda ve Yakutistan’da 15 yıl geçirdim.
Biraz çelimsiz olduğuma aldırmayın, koca bir dünyayı sırtımda taşıdım.
Benim isimim, Mustafa Abdülcemil KIRIMOĞLU!
Ömrümü Sovyetlerle savaşmaya adadım. O, benden erken yıkıldı. Bugün vatanımda yeniden onların artıkları var ve Kırım’a girişim yasak. Onlarca Kırım Türk’ü ise kaçırıldı, maalesef bir bölümünün işkence görmüş kutlu naaşlarına ulaşabildik.
Onlar her bir Türk gencinin bir Kırımoğlu olduğunu bilmiyorlar. Ben biliyorum!

“Masum bir tek insanın bile canını acıtmışsanız, bağımsız kalsanız bile o bağımsızlık mücadelesi hiçbir zaman zaferle sonuçlanmış sayılmaz” Mustafa Abdülcemil KIRIMOĞLU



Türk Mitolojisinde Alkarısı Figürünün Bilimsel Karşılığı

(190 Tıbbiyeli dergisi Mart 2018 tarihli 5. sayısında yayınlanmıştır) Anadolu’da Alkarısı veya Alanası, Alkızı, Albasması, Altay...